Ana SayfaAlışverişONUR BAŞTÜRK SEÇKİLERİ

ONUR BAŞTÜRK SEÇKİLERİ

ILHAM ALDIĞIM HER ŞEY, GEZİP TOZDUĞUM HER YER MARIE CLAIRE MAISON’A ÖZEL DEKORATİF BAKIŞ AÇISIYLA BURADA…

OSCAR WILDE’IN RUHUNA ADANAN OTEL

The Times’ın geçen yıl en iyi 100 İngiliz oteli arasında birinci seçtiği 39 odalı L’oscar’dayım. Holborne’daki otele tam girerken dışarda yürüyen kalabalık dikkatimi çekiyor. Bir şeyi protesto ediyorlar, ama ne? Malum, böyle sakin protestolara pek alışık değiliz. Bir süre sonra kalabalığın derdini attıkları sloganlardan anlıyorum: İklim değişiklikleri için yapılan bir yürüyüş bu. Bulunduğumuz çağın/yılın esas meselesi. Ama L’oscar’dan içeri girer girmez bu protestoyu unutuyorum. Çünkü otel gerçekten zaman tüneli gibi. Bir kere bina 1901’de yapılmış. Uzun bir dönem ise hem kilise hem de Baptistler’in merkezi olarak kullanılmış. Çok yakın zamanda satılıp elden geçirilmiş ve ünlü Fransız mimar Jacques Garcia’nın dokunuşlarıyla şimdiki ruhuna kavuşmuş. Evet, Garcia’nın Londra’da yaptığı ilk otel L’oscar. Sadece sevdiği işleri yapmaya odaklanan Garcia’nın binayı görür görmez çok sevdiğini ve hemen işe koyulduğunu söylüyor otelin genel müdürü Michael Voigt. Garcia’nın yaptığı bazı lüks otelleri şöyle bir sıralamazsam olmaz. Hepsinin havası bin beş yüz çünkü: Paris’teki Hotel Costes ve L’Hotel. Marakeş’teki La Mamounia, Venedik’teki Danieli… Bu arada L’oscar’ın isim babası da bizzat Garcia. Oscar Wilde’ın son nefesini verdiği yer olan L’Hotel’i yıllar sonra yeniden yapan Garcia, ünlü yazara olan hayranlığını Londralı eserine de yansıtmış ve bu nedenle otelin adı L’oscar olmuş. Otele girer girmez dikkat çeken tavus kuşu detayının her köşede karşımıza çıkması bu yüzden. Çünkü Wilde’ın L’Hotel’de ölüm döşeğindeyken söylediği bilinen, “Ya bu duvar kâğıdı gider ya da ben” cümlesinde geçen duvar kâğıdının şekli aynen böyleymiş: Yeşil üzerine altın tavus kuşları…

YENİ KUTSALIMIZ ARTIK YEMEK Mİ?

Michelin yıldızlı şeflerin yemeklerine dair şöyle genelleme vardır: “Masadan kesin aç kalkarsın!” Eh bu yargının içinde haklılık payı da yok değil. Çünkü Michelin yıldızlı şefler tatları birbirine karıştırıp porsiyonu küçük tutmayı, 15 ya da bilemedin 20 tabaklık bir tadım menüsünü müşterisine peş peşe denetmeyi pek sever. Ama L’oscar Oteli’nin içinde açılan The Baptist Grill’in meşhur Michelin yıldızlı şefi Tony Fleming tüm bu yargıları altüst edecek türden biri. Bir kere yemeklerinin o bildik deneysel Michelin kalıplarıyla akrabalığı pek yok. Çünkü doymak garanti! Ayrıca Fleming hiç de öyle tepeden bakan, mutfağındaki çalışanlara bağırıp çağıran aksi, huysuz, gıcık ünlü şefler gibi değil. Şimdilerde Londra’da hayli popüler olan The Baptist Grill, adından da anlaşılacağı üzere eskiden Baptist kilisesi olarak kullanılmış bir binanın içinde. Bu da -en az Fleming’in yemekleri kadar- durumu ilginç kılıyor tabii… Bir ibadethanenin günümüzde restoran bar olması “yeni kutsal”ın artık yemek olduğuna mı işaret ediyor acaba?

HER AZIZ VE HER GÜNAHKÂR

L’oscar’ın mottosu da Oscar Wilde’ın çok meşhur bir sözü. Bu sözü otel ve restorana girer girmez kulağınıza fısıldıyorlar, buyurunuz: “Every saint has a past, every sinner has a future” (Her azizin bir geçmişi vardır. Her günahkârın ise bir geleceği).

HANGI YUNAN ADASI’NDA HANGI OTELI GÖRMELİ

• Kos Adası’nda Casa Cook.
• Serifos’ta Coco-Mat.
• Hydra’da Four Seasons.
• Leros’ta Villa Clara.
• Patmos’ta Paradise.

Casa Cook
Villa Clara
Casa Cook

Hazırlayan : ONUR BAŞTÜRK

SON YAZILAR

BENZER YAZILAR