Ana SayfaTasarımMimariModern Saray: Hotel Lutetia

Modern Saray: Hotel Lutetia

Uzun bir restorasyon çalışmasının ardından 2018’de kapılarını yeniden açan efsanevi Hotel Lutetia, Paris’in en ikonik yapılarından biri.

Paris’in Saint-Germain-des-Prés bölgesinde konumlanan otel, ilk olarak 1910 yılında Le Bon Marché’nin kurucuları olan Boucicaut ailesi tarafından Le Bon Marché’de alışveriş deneyimine gelen müşterilerin yakında kalabilecekleri bir yer olarak kurgulanmış. Yıllar sonra The Set Collection Luxury Hotels grubu tarafından satın alınan yapı, hak ettiği itibara yeniden sahip olması için bir süreliğine kapatılmış. İddialı bir restorasyon ve yenileme çalışmasının arından 2018 yılında yeniden açılan otel, bir yıl içinde Fransa Turizm Bakanlığı’nın imrenilen “Saray” statüsüne layık görülmüş. Hotel Lutetia halen bu statüye sahip tek Rive Gauche oteli.

Paris’in Left Bank olarak bilenen Sol Yakası Rive Gauche, sanatçılar, şairler, yazarların favori bölgesiymiş bir zamanlar. James Joyce tüm zamanların en iyi kitabı Ulysses’i bu otelde yazmış. André Gide, Ernest Hemingway, Samuel Beckett, André Malraux ve Saint-Exupéry otelde uzun süre yaşamış. Picasso ve Matisse de dönemsel olarak otele yerleşenlerden.

Otel 50’li yıllarda caz müziğinin ortaya çıkışının kutlamasında da önemli bir yere sahip. Lutetia, hep elitlerin gözdesi olmaya devam etmiş. Bir süre Tattinger ailesinin sahipliğinde kalmış ve bu zaman diliminde François Mitterand gibi önemli politikacılar ve iş adamlarının yanı sıra dönemin sanatçılarından Serge Gainsbourg, Miles Davis gibi yıldızların da uğrak noktasıymış.

1980’lerde otelin tasarımını Fransız modacı Sonia Rykiel yenilemiş. David Lynch ve Arman gibi isimler o dönemde kendi süitlerini tasarlamışlar. Bugünün ritmini de fazlasıyla yakalayan Lutetia, Emily in Paris adlı çok izlenen Netflix dizisinde bile boy gösteriyor. Tarihi ile meşhur bölgede bulanan otelin herkes tarafından bilinmeyen hikâyesi ise şöyle: İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Paris Nazi işgalinden kurtarıldığında, otel Fransız ve Amerikan Kuvvetleri tarafından ele geçirilmiş ve esir alınanlar ile toplama kamplarından kurtulanlar için bir geri dönüş merkezi olarak kullanılmış.

Gelelim bu Art Nouveau ve Art Deco harikasının en son yenilenmesine… The Set Collection Luxury Hotels grubu, Paris’in efsanevi simgesinin restorasyonu ve yenilenmesinde ünlü mimar Jean-Michel Wilmotte ile anlaşmış. Wilmotte ve ekibi bir yandan otelin mirasını ve eşsiz cazibesini korurken bir yandan da çağdaş tasarım anlayışı ile güncellemeler yapmışlar. İkonik binanın yenilenmesinin ana sloganı “binaya daha çok ışık sokmak” olmuş ve tüm tasarım bu slogan etrafında etrafında şekillenmiş. Buna göre zemin katın düzeni değiştirilmiş ve ışığın içeri girmesine olanak sağlamak için bir iç avlu oluşturulmuş. Mimar, Art Nouveau ve Art Deco ögelerini koruyarak oteli modernleştirebilmek için saklı olanı yeniden canlandırıp, olmayanı da buna uygun şekilde tasarlamış Vitray elemanlarının, dekoratif tabloların, fresklerin, mozaiklerin ve heykellerin yenilenmesinde ünlü sanat ve zanaat uygulayıcılarından oluşan bir ekip ile çalışılmış. Bu hassas, saygılı ve duyarlı yenileme ile Jean-Michel Wilmotte’un bir mimari restorasyondan çok daha fazlasını başardığını, bir hafıza, tarih ve duygu misyonundan çok daha fazlasına ulaştığını söylemek mümkün. 47 süit dâhil olmak üzere 7 kata yayılan otelde 184 oda var. Daha büyük ve fonksiyonel oda planları sağlamak amacıyla, mevcut oda sayılarında azaltmaya gidilmiş. Toplamda 8 imza süitin bulunduğu otelde, açıldığından bu yana sanat, moda ve sinema dünyasının ünlü figürleriyle bir iş birliği de yapılmakta. Bu serinin ilki olan St-Germain Penthouse’unda gerçek bir Paris müdavimi olan ünlü yönetmen Francis Ford Coppola imzası var. Böylece aralarında James Joyce, Samuel Beckett, Yves Saint Laurent ve Sonia Rykiel’in olduğu müdavim grubuna Coppola da eklenmiş oldu. Süit, Coppola’nın kişisel koleksiyonundan sanat eserleri ve benzersiz film hatıralarını içeriyor. Yönetmenin notlarının olduğu imzalı Godfather senaryosu da süitte yer alıyor.

Bir sonraki konsept ise muhteşem oyuncu Isabelle Huppert’e ait. “The Suite Parisienne by Isabelle Huppert isimli süit couture ruhundan esinleniyor. Adeta bir Paris dairesini andıran konsept, Huppert’in zevkli dokunuşlarıyla kutsanmış. Aktristin Yves Saint Laurent imzalı haute couture elbisesi, orijinal film senaryoları, kişisel fotoğrafları ve favori kitaplarından bir seçki gibi pek çok özel hatıra burada sizleri bekliyor. Robert Piguet’in sınırlı sayıda üretilen “Isabelle Huppert Fracas” parfümünün bir şişesi de süitte yer alıyor. Bu önemli iki ortak çalışmaya ek olarak, her biri kendi tarzında benzersiz olan altı imza süit daha bulunuyor otelde. St-Germain semtinden ilham alınarak yaratılan Suite L’Atelier, ışıkla dolu olan iki geniş teras sunuyor. Nefes kesen dubleks Suite Amour, doğrudan Eyfel Kulesi’ne bakan eşsiz manzaraya sahip otelin zirvesinde konumlanıyor. Eiffel Writer’s Suite, Lutetia müdavimi Hemingway veya Joyce gibi yazarların ruhundan ilham alınarak yaratılmış. Bu oda, özenle seçilmiş bir kütüphanenin yanı sıra Eyfel’e bakan bir yazar masası da sunuyor ve kesinlikle tüm yaratıcı duyuları harekete geçiriyor. Otelin meşhur müdavimlerinden Josephine Baker’ı hatırlamak için tasarlanan Suite Baker, Fransa’nın ulusal kahramanlarından biri olan Baker’ın ikonik ruhunun odaya yansıtıldığı sanat eserleriyle dekore edilmiş. Eiffel Penthouse ise St-Germain bölgesindeki çatı evlerine atıfta bulunarak, yedi farklı oda sunuyor.

Odaların hepsi adeta birbiriyle yarışan bir Paris panoramasına sahip. Serinin son süiti olan Carré Rive Gauche süitinde ana fikir sanat eserlerinin kürasyonunu vurgulamak üzerine kurulmuş ve konsept oluşturulurken bölgede yer alan önemli sanat galerileriyle çalışılmış. Parisliler için bir dönüm noktası olan Hotel Lutetia’nın ikonik restoranı Brasserie Lutetia önemli bir buluşma noktası. Ünlü Executive Chef Patrick Charvet’in idaresi altındaki Brasserie’nin, Art Nouveau ile Art Deco’yu buluşturan ve tüm Parislileri kucaklayan ortak bir lokasyon olduğunu söylemek gerek. Şef Charvet’in çağdaş yorumlarının yanı sıra mahallenin çok sevilen klasik brasserie menülerini de sunan Brasserie Lutetia, iki kat üzerine kurulu ve kendi gizli açık verandasına da sahip.

Otelin kalbinde yer alan benzersiz ışıltılı cam tavanıyla Salon Saint[1]Germain, Sanatçı Fabrice Hyber’in heykelleri, geniş kütüphanesi ve avlusuyla büyülüyor. Boulevard Raspail’e bakan pencereleriyle Bar Josephine, Lutetia’nın nabzının attığı mekân. Adından anlaşılacağı üzere meşhur Josephine Baker’a ithaf edilmiş olan barda, Baş Barmen Nicola Battafarano’nun son teknoloji miksolojisiyle sunduğu içeceklerin tadına bakarken mekândaki muhteşem tarihi freskin detaylarında kaybolabilirsiniz. Otelin ikinci barı olan Bar Aristide ise purolara adanmış. Küçük bir kütüphanesi de olan bu mekân, ikili buluşmalar ya da sadece rahatlamak, zihni ve duyuları şımartmak için tasarlanmış. Altı zarif toplantı odası ile otelin yaşam sanatına adanmış olan balo salonu Salon Cristal, Art Deco tasarımı ile muhteşem. Otele son eklenen bölüm ise felsefesini hava, toprak, su ve ateşe dayandıran Akasha Holistic Wellbeing Spa.

Fransa tarihinde önemli bir yeri olan otelin yıllar sonra yeniden Paris’in hareketli sosyal yaşantısının merkezinde olması gerçekten çok güzel.

Jean-Michel Wilmotte

Hazırlayan: Sharon Doncourt

SON YAZILAR

BENZER YAZILAR