Ana SayfaKültür & SanatÇok yönlü yaratıcılık: Luca Nıchetto

Çok yönlü yaratıcılık: Luca Nıchetto

Farklı ve cesur düşünme şekliyle sınırların dışına çıkan Luca Nichetto ile tasarımlarına dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Venedikli multidisipliner tasarımcı Luca Nichetto, çıktığı tasarım yolculuğuna ailesinin de parçası olduğu ünlü Murano cam yapım endüstrisinden ilham alarak başlamış. Yıllar içinde birçok uluslararası tasarım markasının sanat yönetmenliğini de yapan çok disiplinli bir tasarımcı olarak ün kazanan Nichetto’nun çalışmaları Londra, New York ve Pekin gibi metropollerde gerçekleşen sergilerde yer buluyor ve retrospektiflerin konusu oluyor. En ince detayına kadar araştırılmış yenilikçi projeleri, ürün, aksesuar, mobilya, mimari, sergi tasarımına ve markalaşmaya kadar uzanıyor. Tasarımcı etkileyici bir dizi uluslararası ödülün de sahibi. Luca Nichetto, dünyanın önde gelen markaları ile iş birliklerine imza atmaya devam ediyor.

Pandemi sürecinden sonra tasarım anlayışınızda değişim oldu mu ve tasarım dünyasında normale geri dönüldü mü?

Aslına bakarsanız, pandemi başlamadan da dünyanın pek çok yerinden farklı firmalarla çalıştığım için uzaktan çalışma benim hayatımın önemli bir yerini kaplıyordu. Bir ayağım Venedik’te diğeri Stockholm’de, bir de buna ek olarak Asya tarafından çalıştığım firmalar da mevcut, dolayısıyla uzaktan çalışmaya ve farklı kültür ve zaman dilimlerine uygun çalışmaya alışkınım ve çoğu zaman bunun rahatlığını hissetsem de zorlandığım şeyler var; özellikle üretim sürecine dâhil olmak gibi. Benim için tasarım ürünün değeri çok fazla, seri üretimle kıyaslandığında bir tasarım ürünün ömrü çok daha uzun ve seneler içerisinde hep değerini koruyor. Diğer taraftan ise tasarım ürünler gitgide pahalı hale geldi ve bundan doğan seri üretim ürünlere yönelinmesini de çok iyi anlıyorum, dolayısıyla da tasarım anlayışıma geniş açıdan bakmaya çalışıyorum. Normale dönme konusunda ise, insanların bir kısmında “normale dönünce …” hali vardı, halen bir kesimde bu düşünce mevcut ama bence zaten normal yaşadığımız anın kendi, elimizdeki tek normal şu anki zaman ve onun için de bu tarz konuşmalar bana pek anlamlı gelmiyor.

Endüstriyel ve zanaat üretim süreçleri hakkında derin bir tutkunuz var. Bu ögeleri tasarımlarınızla nasıl birleştiriyorsunuz?

Bana göre zanaat işçiliğine saygı duymadan ve anlamadan tasarım yapılamaz. Birbirinden farklı markalara tasarımlar yapıyorum. Cam, seramik gibi birbirinden çok farklı malzemeler kullanıyorum. Öncelikle malzemeyi anlamak çok önemli, bu sürece vakit harcayıp, en doğru şekilde de tasarımın kendisine ve formuna entegrasyonu sağlanmalı. Bu süreci çok severim, gerçekten çok şey öğrenilen bir zamandır. Elbette tüm ögeleri doğru şekilde birleştirmek en önemlisi, iyi tasarımcı sadece renk, form gibi estetik kararları vermez, düşünülmesi gereken çok fazla detay var; işin estetik boyutu, işlev, fonksiyon, sürdürülebilirlik gibi. Bütün bu dengeleri gözetip tasarım yapılmalı.

Tasarım sürecinde sürdürülebilirlik sizin için ne önemde? Yeni bir projeye başlarken bütünsel bir bakış açınız oluyor mu?

Yaratıcının projeye başlarken dikkat etmesi yegâne konulardan biri tartışmasız sürdürülebilirlik ama bu konunun da artık biraz fazla konuşulduğu bir zamana giriş yaptığımızı da düşünüyorum. Tasarımcıların birçoğuna bu soruyu sorduğunuzda; “bu malzemeyi kullanıyorum… “ diyenleri bazen biraz kibirli bulmuyor değilim çünkü bu değişimin daha kökten gelmesi gerektiğine inanıyorum. Sürdürülebilirliğin ne olması gerektiğine dair geniş bir vizyona sahip olmak önemli. Belli malzemeleri kullanıyoruz belki ama altyapıda önemli değişiklikler yapmadan bunlar yetersiz kalabiliyor. Belli dönemlerde belli malzemelere yönelmeler var fakat uzun vadeli düşünülmüyor. Bu malzemelerin birçoğu bir süre boyunca kullanılıp daha sonra yerini başkasına devredip bir çöp oluşturuyor ve bazen özrü kabahatinden beter hale geliyor. İnsanların istediklerini onlara veriyoruz, değişimin en önemli katkısı insanların tüketim alışkanlıklarını anlamalarını ve doğru şeyleri tüketmelerini sağlamak. Kendi tüketim alışkanlıklarımızı incelememiz gerekiyor, neyi, nasıl tüketmen gerektiğini anlamadan sürdürülebilir olmak pek mümkün değil. Olay sadece belirli ekolojik malzemeler kullanmanın çok ötesinde, çok altyapısal sorunlara yeni çözümler üretmek lazım. Düşünsenize politikacılar arasında mimar ve tasarımcılar olsa, şehir planlamacılarından ve belediyelerden bu alanlarda uzman kişiler olsa, işte bu bence sürdürülebilirlikle ilgili büyük bir adım olur. Bizim tasarımcılar olarak tüketiciyi ne aldığı konusunda bilinçlendirmemiz gerektiğine inanan bir tasarımcıyım. Bu sebepten ötürü her projemi holistik bir bakış açısıyla ele aldığımı düşünüyorum.

Hem İtalyan hem İskandinav tasarım kültürünün ortasındasınız. Bu kültürel köklerin birbirine ne derecede girift olduğunu ve bunun tasarım yaklaşımınıza nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?

Ben aslında 100% İtalyan’ım, eşim İsveçli. Aslen Venedikliyim ve İtalyan tasarım dünyasına girmeye çalıştığımda zorlandığımı itiraf etmeliyim. İtalyan tasarımın kalbi Milano’da atıyor fakat çok hiyerarşik bir düzen var ve çok kapalı bir çevre içinde ilerleyebiliyor. Başladığım zamanlarda başarma baskısı çok fazlaydı. O zamanlarda hep benden “Venedikli tasarımcı” olarak bahserdelerdi ve bir türlü içlerine giremediğimi hissederdim. Daha sonra yeni sanayileşme bölgelerinin oluşmasıyla yeni bir İtalyan tasarım akımı başladı ve onunla beraber ben de farklı bir yol aldım. Fakat asıl değişim eşimin iş terfisinden dolayı İsveç’e taşınmamızla ve İskandinav markalarıyla çalışmaya başlamamla oldu. Akabinde İtalyan markaları için daha değerli hale gelmeye başladım. İtalya’dan taşındıktan sonra çok daha fazla İtalyan markasıyla çalışmaya başladım. Şunu anladım, nerde olduğunuzdan ziyade etrafınızdakileri özümseyin. İş hayatımı özel hayatımın etrafına kurguladım ve bu beni daha özgür ve mutlu kılarak işimde de daha başarılı olmamı sağladı. Tasarım yaklaşımımda ürünlerimin fark edilir olmasını istiyorum fakat bunu bağırmadan yapması benim için önemli, performans-sürdürülebilirlik-estetik kavramlarının doğru dengede kalması ve hiçbir şekilde aşırıya kaçılmamasına dikkat ediyorum.

Sıfırdan yarattığınız projeleri mi yoksa marka yenilemeyi mi seviyorsunuz?

Tercihim yok, ben projeyi bütün bir paket olarak ele alıyorum ve yaşadığımız zamana göre bütünsel yaklaşmaya çalışıyorum. İlk defa yapacağım, daha önce tasarlamadığım bir şey beni çok heyecanlandırır. Bu süreçteki keşif kısmını çok seviyorum. İlk defanın getirdiği başarma isteği de farklıdır.

Yeni sezondaki projelerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Sonbahar sezonuna fuarların da geri dönmesiyle yoğun girdiğimizi söyleyebilirim. Ginori 1735 markasının ev kokusu koleksiyonu, Artifort için tasarladığım koltuk, Stella Works için yaptığım masa aydınlatmalarıyla şarj edilebilir aydınlatmalardan oluşan Space Invader koleksiyonu var. Bir başka devam eden proje Hermès vitrinlerinin tasarımı. “Empathic – Discovering a Glass Legac” adlı serginin küratörlüğünü üstleniyorum. Projede dünyaca ünlü tasarımcılar tarafından Murano cam ustalarının yakın gözetimi altında sanatsal parçalar yaratıldı. Aynı zamanda tasarımcılardan da biriyim. Wittmann markasının sanat yönetmenliğini yapıyorum ve düzenli tasarımlar yaptığım markalar var. Yepyeni bir şey olan elma kabuğu derisinden çanta tasarımı ve Steinway markası için piyano ve Phaidon ile kitap projeleri heyecanla şu anda çalıştıklarım işlerden bazıları.

Hazırlayan: SHARON DONCOURT

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

SON YAZILAR

BENZER YAZILAR