Sahibinin sesi

Bazı mekânlarda kenara çekilip onun kendisini anlatmasına izin vermek lazım. Hele ki böyle zorlu bir mücadeleden bu kadar kendine has bir kurguyla galip çıktıysa o mekân. Yaklaşık iki senelik bir ince eleyip sık dokuma, en iyisi olsun diye geceli gündüzlü çalışma hikâyesi var bu Karaköy loft’unun geçmişinde. İşin arkasında ise ev sahibinin zevki, seçiciliği, ama en önemlisi mimarın yaratıcılığı, teknik bilgisi, sabrı ve hatta inadı var.

Karaköy’ün son dönem popülaritesi malum, ama bu evin hikâyesinin bu popülariteyle bir bağlantısı yok. Söz konusu evimizin sahibi, muhiti çok önce keşfedip dalmış bu sulara. İşini de evini de bu lokasyona, aynı binaya taşımaya karar verdiğinde, önce ofisi daha sonra da evi için hummalı çalışmalara girişmiş. 40 m2’lik toplam hacimli, asansör motorunun da bulunduğu bir çatı katına sahipmiş yapı. İlk iş olarak zemini kesip alt katla birleştirmişler, asansörü hidroliğe dönüştürüp bütün aksamı zemin kata taşımışlar. Böylece şu anda karşımızda duran devasa tavan yüksekliğiyle bu harika loft’un ilk temelleri atılmış. Daha sonra merdiven boşluğu eve dâhil edilip alt katta genişçe bir oda, duş ve tuvalet için yer açıp eve ana girişi doğrudan asansöre bağlamışlar. Binanın içindeki çatı katına çıkan yangın merdivenini evin alt katında sonlandırıp, üst katta da banyo ve tuvalet için yer ayarlamışlar. Çatıyı komple yeniden yapıp terasa çıkan bir kapı ve Galata Kulesini gören tablo gibi bir pencere açmışlar.

Bu esnada karşısına çıkan Ofist Mimarlık ortaklarından iç mimar Yasemin Arpaç ise evin tüm kaderini asıl değiştiren isim. “Mekânı sıradanlaştıracak uygulamaların ve fikirlerin üzerine çizgi çekerek projeyi yeni baştan şekillendirdiler. Yaşayacağım evin içinde izlerim olmasına izin vererek içimdeki iç mimarı canlandırdılar, fazla canlandığında da kibarca dikkatimi dağıtıp kendi bildiklerini yaptılar. Sonunda yaşamaktan her dakika keyif aldığım bu ev ortaya çıktı” diyor ev sahibi. 2004 yılında Tünel’de kurulan Ofist Mimarlık iki ortaktan, iç mimar ve tasarımcı Yasemin Arpaç ile Sebahattin Emir ve ekip arkadaşlarından oluşuyor. Şimdi ise Galata’da Kumbaracı Yokuşu’nda devam ediyorlar çalışmalarına. Bu sebeple de mahalle yaşamına, kültürüne aşina ve müdahiller. Yani mimar olarak bir proje hayal edip kurgulamaktansa daha hikâyenin içine girip o kişinin adına, mekânın lokasyonuna ve kültürel çeşitliliğe göre hareket edebiliyorlar. “İki kişiyiz ve hiçbir zaman da çok kalabalık olmadık” diyor Yasemin. “Bir tasarım diliniz var mı?” diye soruyorum. “Bir stil oturtmak için daha çok genciz ama yaklaşımlarımız var” diyor: “Biz her projede yeni bir şey keşfediyoruz. Her şeyden önce gerçek malzeme kullanmaya çalışıyoruz. -Mış -miş gibi yok. Onun dışında kişiye özel şeyler yapmaya çalışıyoruz ve her projede daha önce yapmadıklarımızı yapmak istiyoruz. Her projenin sahibi, konumu koşulları başka, her müşterinin de istekleri başka. Bu evin gerçek durma şekli buydu ve sonunda da kendini buldu.”

Neredeyse iki senede tamamlanmış bu proje. Ev sahibi-mimar kafa kafaya verip hayal etmişler, düşünmüşler, karar vermişler, tartışmışlar, aynı noktada buluşmuşlar, ayrı noktalarda kalıp birbirlerini ikna etmişler, denemişler, zora koşmuşlar, sabretmişler, inat etmişler. Ortaya da her gün karşılaşılmayacak bir mekân çıkmış. Bu evdeki her şey, bu ev için özel olarak düşünülmüş, ölçülendirilmiş ve tasarlanmış. Her şeyin en doğal haliyle olmasını isteyen bir ev sahibi ile zoru seven, mekâna göre özel çözümler üretmekten korkmayan, denemekten yılmayan bir mimarın başarılı güç birliği hikâyesi bu evin özeti…

Hazırlayan Seda TÜREN Fotoğraf Koray ERKAYA

[imagebrowser id=989]

SON YAZILAR

BENZER YAZILAR